
Uzun süredir üzerimde duran kötü enerjinin tesiriyle tembellik ve rehavetten kendimi alaöıyorum. Bu süreçte etafımı izleme şansı buldum bol bol. Bir ara bu dünyaya ait olmadığımı düşünmeye başladım. (geçi bu düşünce hala geçerliliğini yitirmiş bir aşamada değil). Yaşadığı dünya ile bütünleşememesinin insanın var oluşunun accizliğini anlaması yeterli olduğunu kvraması için pek yeterli bir duygu. Kendimi mızmızlanan, pes etmiş ve işleri oluruna bırakmış bir halde görmek can sıksa da, bazen kadercilikte dense buna, kadere razı göstermek gerekir diye düşünecekken, bir zamanlar ülkemizin Cumhurbaşkanı'nın dilinden düşmeyen şimdilerde ise unutulmuş bir Sezai Karakoç mısrası düşüverdi aklıma "Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır, Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır, Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır". Sonra da bazı beylik cümleler geldi aklıma, "çağı tanımlayamazsanız, tanımlanırsınız" falan. Duygusal ve fikri yorgunluğum ne kadar hayattan lezzet almamın önüne ket vursa da yanlızlığımın keyfni sürmeye karar verdim bundan sonra, böylece daha rahat edeceğimi düşünmeye başladım. İnsan oğlunun kendi türüyle savaşması ve türünü yok etmekten onu aşağılamaktan zevk alması, doğada benim bildiğim kadarıyla diğer canlılarda olmayan bir özelliği. Ve tüm bunlra rağmen kendisini tüm alemlerin en yüce varlığı olarak görmesi acınası halinin başka bir ifadesi heralde. Halbuki; alemlerin birbirini tamamlayan kaotik bütünlüğü içerisinde insanın kendi yerini sorgulaması ve onu diğer canlılardan (yine kendince, çünkü diğer canlıların iç aleminden haberdar değiliz) ayırdığını düşündüğü, "düşünce" mekanizmasını çalıştırarak varlığının tadını çıkarması geekmez mi?

Canlılar alemi kategorize edildiğinde insan da bir tür sınfsal özellikleri olan bir canlı türü değilmidir? İnsan'ın taşıdığı vasıfların geitrdiği bazı haklar ve yaşam standartları nedeniyle ihtiyaçları farklı kategorize edilebilir mi?
Asya, Avrupa, Doğu, Batı, İslam, Hrıstiyanlık, Yahudilik, Kominizm, Sekülerizm, Liberalizm ifadeleri herkes için aynı şeyi ifade edermi acaba? Medeniyet dediğimiz mefhuma baktığımızda Doğu ve Batı üzerine tanımlanan ve coğrafi olmayan bir ayrımla karşılaşırız. Ve bu medeniyetlerin altını dolduran toplumların, ihtiyaçları ve tarihsel serüvenleri, farklı zamanlarda olmak üzere, bir teamül gib aynı temayülde seyretmiştir. İnsani vasıfların olması gerektiği düşünülen şekil, her toplum, gelenek, din ve yasa bağlamında (yasayı dinden ayrı seküler bir ihtiyaçtan zuhur eden kanun olrak aldım) farklı ise, niçin ikisi arasında 1316 yıl olmasına rağmen, Vedâ hutbesi (632) ile İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (1948) aynı değerlere vurgu yapmaktadır. Tarihsel süreç içerisinde gelişim ve dönüşüm farklı coğrafyalarda aynı anda olmasa da, aynı süreç ve serüveni izlemek durumundadır.

Aslında toplmların ya da içerisinde bulunduğumuz medeniyet'in (Doğu ya da Batı fark etmez hepsi aynı yolu izleyeck nasılsa) insan denilen varlığın değerini takdir vizyonudur. Tartışmayı son yaşadığımız bazı tartışmalara bağlama niyetiyle, kendi toplumumuz açısından ele almaya çalışacağım. Din; Allah (bazılarına için farklı isimler de eklenebilir) tarafından insanlara, var olmarının hikmetini açıklayan ve diğer canlı türleri gibi birbirimizle tanışıp anlaşmamızı ve aynı zmanda kendi iyiliğimiz için bazı davranışlardan kaçınmamızı öğütleyen bir uyarıcı ve bilgilendirici rehberdir. Bütün dinlerin aynı değerlere vurgu yapması ve aynı ibadetlerden bahsetmesi, birbirinin devamı olan tek bir dinin varlığında kuşku bırakmayacak derecede açıktır. Fakat insanoğlu bu temiz ve yüce değerleri de defalarca kendi cinsini istismar etmek için kullanmaktan çekinmemiştir. Kendisine gönderilen Peygamberlerini istismar etmiştir. Bu bağlamda, Gazali, Farabi gibi düşünürlerden Nakşibendi, Kadiri gibi insanın kendisini tanımasına sonra da Rabbini tanımasına rehberlik eden oluşumlar, farklı medeniyetlerin değerleriyle kendi var olduğu medeniyetin değerlerini karıştırmak ve tanıştırmak için harcadığı enerjiden fazlasını, İslam adına İslamî ve insanî değerleri tahrib edenlerle uğraşmışlardır. En son örneğini Necip Fazıl Kısakürekte görürüz "kaba softa ham yobaz" der, ve ömrü boyunca da en büyük fikir ayrılığı yaşadığı Nazım Hikmet'ten çok bu tür insalarla dalaşmıştır. Aynı durum Batı için de geçerlidir. Makyavel'den Marx'a kadar hepsi içinde bulunduğu medeniyetin değerlerini tahrip eden din adamlarıyla uğraşmıştır (Burada toplumu sömüren aksiyonların ve mtegallibelerin sırtını dayadığı otoritenin çoüunlukla din olduğu unutulmamalıdır). Batı din adına sömürülmekten ve sınıflandırılmaktan ders aldı, dinin din adamı kisvesindekilerden değil okunarak anlaşılıp Allah ile kendisi arasında yaşadığı bir duygu olduğunu anladı. Dini bilenden onun yorumunu değil kitapta yazanını sordu. Batının bugün dine mesafeli oluşunun altında yatan gerçek din karşıtlığı değil, dinin yönetimi monarşileştirerek insani değerleri tekeline toplayıp varlık nedeninin tartışılmasına neden olmasıdır. Ve din gerçek yerinde ve değerinde hayat bulmuştur, çünkü insanlığa var oluşunun farkındalığıyla değerli olduğunu anlatan bir ilahi öğreti olan din, sadece bir uyarı olup, insann günah işleyip pişman olma özgürlüğünü kıstlamazken, din adamları ellerindeki güçle nasıl yaşamamız gerektiğine karar veremezdi.

Şimdi, kadınlar hakkındaki toplumumuzda din adına yapılan tartışmalara yönelirsek, kadına duracağı yeri (haddini) bildiren, kıldan tüyden şehvetlenen ve bunun bir hastalık olduğunu kabullenmeyen insanları din adamı diyerek topluama sunmak, ya bir operasyonun parçasıdır ya da yüksek değerlerin alçak insanlara tevdi edilmesi garabetidir. Toplumumuz bir acayip hale gelmiş vaziyette! Tüm ömrü boyunca eşine ya da eşlerine bir fiske vurmayı geçelim bir tek kötü sözü bile kayıtlarda bulunmayan, eşiyle kendisinin ihtiyaçlarını bir tutan, hatta çoğu zman eşinin kızıgınlıklarını sineye çeken bir peygamberin ümmetiyiz söz de ama onun adına söylenen bu kadını aşağılayıcı sözlere kimse ses çıkarmıyor. Bir büyük din aliminin dediği gibi "biz de kadın erkek eşit değildir, kadın daima iki adım öndedir". Diğer taraftan batının'da kadına "sex satar" mantığı ile metalaştırdığı ve olmadığı bir şey gibi gösterdiği gerçektir. En büyük korkum olan fakat aynı zaman da tarihsel bir gerçeklik te olan, gelişimimiz aşamasında önce dibi görmemiz ki hâla görmek için büyük gayret ediyoruz, sonra da tıpkı Batı'da olduğu gibi birbirimizle hesaplaşmaya başlamamız. Ve bu süreçte dökülecek kanlar!!!
Yorumlar
Yorum Gönder