BAZI KİTAPLAR ANLAŞILMAK, SİNDİRİLMEK, ÇORBAYA BAHARAT NİYETİNE DÖKÜLÜP İÇİLMEK İÇİN VARDIR

Erik Jan Zürcher / MODERNLEŞEN TÜRKİYENİN TARİHİ

Değişim, gelişim, ilerleme veya tüm bunları kapsayan anlamıyla “terakki eylemek” insanlık için kaçınılmaz bir realite olmuştur ki zaten insan fıtratının doğası olan bu içgüdüsel davranıştan kaçmanın imkânsızlığını tarih bize en iyi şekilde öğretmektedir. Kaçınılmaz olan bu içgüdüsel davranış bireyin karşı duramayacağı bir büyük güçtür ve toplumu da bireyden ayrı düşünemeyeceğimizden, sosyal, siyasi ve askeri alanlarda ki terakkiden, topluğun veya toplulukların oluşturduğu devletin de karşı duramayacağı açıktır. Sürekli olarak terakki eden dünyada ilerlemenin öncülüğünü yapan toplumlar medeni olarak sınıflandırılırken, yeniliğe ayak uyduramayanlar ise ya hayatını idame ettirememiş ya da daha medeni olarak kabul gören devlet tarafından kendisine uymaya zorlanmıştır. İnsanlık tarihinde yeniliğe ayak uyduran veya ona kendine özgü bir şekil vererek birbirini etkileyen iki medeniyet olan Asya ve Avrupa medeniyetleri arasındaki savaşın galibini her zaman etkileyen diğer bir unsur da para olmuştur. Para yüzyıllardır medeniyeti elde tutmanın en önemli anahtarı olarak karşımıza çıkmıştır ve tüm alanlarda terakki etmenin ön önemli aracı olmuştur.
Tarihi çağlara ayırmanın mantığı da zaten tüm insanlığı etkileyen teknolojik, sosyal ve askeri yeniliklerin doğurduğu sonuçların tarihin seyrini değiştirmesiyle açıklanır.
Osmanlı devleti de insanlık tarihine armağan etmiş olduğu çağının zirve medeniyetlerinden biriyle karşımıza çıkarken, yıkılış sebebi olarak modern tarihçiler tarafından, döneminin terakki ettiği iddia edilen Avrupa medeniyetinin ilerleyişine seyirci kalması gösterilir. Tam da bu noktada Erik Jan Zürcher’in kitabı “Modernleşen Türkiye’nin Tarihi” dönemin dinamiklerinin Osmanlıya olan etkileri ve Osmanlı’nın bu etkiye tepkisini, devamı olan Cumhuriyet’in ne tür bakımlardan devamlılık arz ettiğini bizlere kolay anlaşılır bir tafsilatla sunmayı başarmış görünmektedir. Bazı konulardaki görüşlerinin ise eğer kitaptaki Erik Jan Zürchr’le reel hayattaki kişi aynıysa yeni çıkan ve çıkacak araştırma eserler ışığında değişeceğini zannetmekteyim. Bu konuların ilki Ermeni meselesindeki duruşudur. Kitap Osmanlı’nın 1780’lerden itibaren Cumhuriyetin 1980’lerine kadar olan dönemi modernleşen Türkiye olarak almış. Yıkılan bir Osmanlı kurulan bir Cumhuriyet ve Modernleşen bir toplum!. Başta ifade etmiş olduğumuz terakki kavramının paradoksal bir ifadesi adeta.
19.yy.da terakki etmiş olan Avrupa’nın Asya medeniyetinin en güçlü temsilcisi olan Osmanlı imparatorluğuna nüfuzu üç farklı ama birbirine etkisi olan alanda ortaya çıkmıştı. Osmanlı ekonomisinin giderek büyük bir bölümünün kapitalist dünya sisteminin bir parçası haline gelmesi, Avrupalı güçlerin giderek artan siyasal nüfuzu ve Milliyetçilik, liberalizm, laiklik ve pozitivizm gibi Avrupa ideolojilerinin etkisiydi.
Osmanlıların Avrupa’nın bu etkisine tepkisel hareketi iki çizgide ilerlemiştir; birisi; merkezi devletin ve hizmetindekilerin devlet aygıtını güçlendirme ve ülke yönetimini merkezileştirme girişimleri şeklinde olmuş, ikincisi imparatorluk halkının farklı kesimlerinin imparatorluğun maruz kaldığı baskılara tepkileriydi. Farklı kesimlerin farklı tepkileri 19.yy. boyunca Osmanlıda Hristiyan ve Müslüman tebaa arasında bir yol ayrımına yol açmıştı.
Türkiye’nin modern tarihinin başlangıç noktası Fransız devrimine ve devrimin sebep olduğu sonuçlardır. Napolyon savaşları Osmanlının Avrupa siyasetine ve diplomasisine artan şekilde katılmasına yol açmış ve milliyetçilik ve liberalizmin etkileri ilk kez yakın doğuya ulaşmıştır.
Fransız devriminden 1830’lu yılların sonuna kadar balkan eyaletleri dünya ticaretiyle bütünleşmiş ve Rum tüccarlar başlıca bir etken olarak ortaya çıkmış ve buda Osmanlı imparatorluğunun İngiltere ve Rusya siyasetiyle içli dışlı olmasına ve karşılaşmasına, bu da ilk milliyetçilik hareketlerinin ortaya çıkarak, batı kalıbında ilk ciddi ıslahat girişimlerine yol açmıştır.
1830-70 arası Uluslararası konjonktürde İngiltere ekonomik ve siyasi hegemonyasını kurmuştu. 1838’de serbest ticaret ve verilen borçlar artmış, imparatorluğun bekası İngiltere ve Fransa’nın destek vermesi, 1839’da Tanzimat fermanı hukuk, Eğitim, Maliye alanlarında ıslahatlar ve bürokrasinin sarayın yerini iktidar merkezi olarak alması, meşrutiyet hareketinin başlaması Hristiyanlara ayrıcalık tanınmasına ve buna karşı bir Müslüman tepkisine yol açmasına yol açmıştır.
1870’lerden 1908 meşrutiyetine kadar idare ve teknik reformları sürmüş ama liberal ve milliyetçi ideolojiler bastırılmış ve imparatorluğun İslami mirasına yeni bir yön verilmiş. Saray tekrar iktidar merkezi olmuş, bu dönemde hem uluslar arası ekonomiye entegrasyon hem de içeride siyasal muhalefet hızlanmıştı.
1890’larda etkinleşmeye başlayan Jön Türkler devlet ve toplumu pozitivist ve milliyetçi düşüncelere göre güçlendirmek ve modernleştirmek için 1908 meşrutiyet devrimini düzenlemişlerdi.
1908-50 yıllarında 1918’de imparatorluk dağılmasına rağmen ve 1923’te T.C. kurulmasına rağmen siyasal, ideolojik ve ekonomik açıdan günümüze uzanan çok yönlü bir devamlılık vardır.

Jön Türklerin iktidarıyla Türkiye’de iki defa aynı dönemin tekrarı görülür. 1908-18, 1919-25, önce İTC. 1908-18 arası iktidara geçer, daha sonra Kemalist Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk cemiyeti ve sonra onun yerine C.H.P. döneminde içinden geçilen dönem aynı olmuştur. Şöyle ki; liberal ve çoğulcu aşama ile arkasından etkin bir tek parti sistemi, siyasal, kültürel milliyetçilik ve modernleşme ve laikleştirmeye yönelik otoriter ve baskıcı reform aşamalarından oluşur.    

Yorumlar

Popüler Yayınlar